Modanın kalbi Fransa'dan hayatımıza
giren haute couture, kişiye özel tasarım anlamına geliyor. Buna
uyan belki de en iyi tanımlama içinse gelinliği örnek
gösterebiliriz. Osmanlı, Çin ve Roma Cermen gibi devasa
imparatorlukların çökmeye başladığı 19. yüzyılın sonlarında
ortaya çıkan bu moda akımı ilk başlarda
yalnızca çok özel bir kesime hitap ediyordu. Tamamiyle insan
emeğine ve becerisine dayalı Haute Couture çalışmalar
yapmak da öyle kolay değildi. Bir kere 'Chambre Syndicale de la
Haute Couture' adını taşıyan Haute Couture Sendikası'na üye
olmak gerekiyordu. Bu sendikaya üye olabilmek için ise atölyede
çalışacak insan sayısından çalışanların ücretine ve
üretilecek giysi adedine kadar her şey belirli kurallara bağlı
olmak zorundaydı. En zorlu kural ise tüm kıyafetlerin yüzlerce
saatlik uğraşlar sonucu yalnızca elle dikilebilmesiydi. Günümüzde
Haute Couture üretimler yapan pek çok isim var ama bu işin genç
yıldızlarından Zuhair Murad'ın tasarımları bambaşka...
Onun elbiseleri için Binbir Gece Masalları gibi desek sanırım yanlış yapmış olmayız. Doğu'nun gizini en ince kumaşlarda bile korumayı başaran tasarımcı bizi her bir dikişiyle büyülemeyi başarıyor.
Murad, naifliğiyle fark yaratsa da aslında günümüzün modern çizgilerinden de vazgeçmiyor.
Onun bazı elbiselerini tanımlamak için "tül, tül ve daha çok tül" kelimelerini kullanabiliriz. Sanatçı tasarımlarıyla sanki yaşanan anı ikiye bölüyor ve iki farklı dünya yaratıyor.
Lübnan'da büyüyen Murad, ilk atölyesini 19997 yılında Beyrut'ta açtı. 1999 yılında onu belkide dünyaya tanıtan adımsa muhteşem tasarımlarını sahneye sürdüğü Roma Moda Haftası oldu. 2001 yılından bu yana ise tasarımları gören herkesi deyim yerindeyse tam kalbinden vurdu...